‘’Yabancı bir dil öğrenmeden önce, ana dili öğrenmek daha faydalı’’, ‘’anadili öğrenmeden çift dilli olmak, zihinsel karışıklığa yol açıyor’’, ‘’eğer çocuk bildiği iki dili karıştırıyorsa, en iyisi yalnızca birini çok iyi bilmesi’’ … Bunlar, Maria Kihlstedt’in yaptığı araştırmalar doğrultusunda, günümüzde hala toplumda çok fazla duymakta olduğumuz ifadeler…
–Maria Kihlstedt, Université de Paris Ouest Nanterre
Hiçbir dil, beyinde aynı yere sahip olmak için çatışmıyor
19. yüzyılın sonlarında, devletler kurulma aşamasındayken, devletlerin politik olarak tek bir amacı vardı: tüm toplumu tek örnek yapma. Bu da onları, ‘’tek devlet, tek dil’’ kavramı ortaya koymaya itti. Bu dönemde uzun süre, çift veya çok dillilik, tüm bireyler için ‘tehlikeli’ olarak görüldü ki, bu anlayış, özellikle batı toplumlarında yaklaşık olarak 60lı yıllara kadar kabul gördü. Ancak, günümüzde sıklıkla unuttuğumuz bir durum var: dünyanın 2/3 en az iki olmak üzere, bir çok yabancı dil konuşuyor.
Küçük bir çocuğa dil eğitimi verdiğimiz zaman, onun beynine aslında aşırı yük yüklemiş olmuyoruz. Aksine, yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çocukların beyni, zayıflamamak amacıyla, öğrendiği yeni kelimelerle, kelimenin tam anlamıyla ‘eğlenmeyi’ kendine görev ediniyor. Daha bilimsel olarak açıklamamız gerekirse; tüm yaşlarda olsa da özellikle 7 yaşından önce dil öğrenen çocukların beynindeki açık sinirsel dolaşımların yalnızca beklediği şey, bu dil öğreniminin uyarılarak, beyinde bir istek, arzu haline getirilmesi.
7 yaşından önce, keşfedilen ve oluşturulan tüm diller aslında bir yetki aracılığıyla gerçekleşiyor. Bu sayede çocuklar, dünyayı bir, iki, hatta üç farklı pencereden keşfetme imkanı buluyorlar. Anadil öğreniminde kimi zaman geçici gecikmeler meydana geliyor olsa da, bu rötar kısa sürede kapatılabiliyor. Söylemek istediklerimizi daha basitçe açıklayacak olursak: 7 yaşından sonra öğrenilen dillerde, dili yaşamayı, uygulamayı değil, yalnızca lisanı konuşmayı öğreniyoruz. Bu yaştan sonra öğrenilen her dilde çocuk, bu yeni dili, anadil kategorisinden çıkartarak ‘’yabancı dil’’ kategorisine sokmaya başlıyor. (Dalgalian, 2000 ve Petit, 2001)
Çift dilli olmanın bilişsel gelişime etkileri
Küçük çocuklar farklı bir dil öğrenmeye başladıklarında, kendilerini diğerlerinden ayıran, farklı kılan özellikleri de ortaya çıkarmış oluyorlar. Bu sayede, farklı kültürlere ve farklı bakış açılarına sahip olan insanların düşüncelerine daha açık bir yapıda olmayı başarıyorlar. Bu başarının günümüzdeki önemi, tartışılamayacak kadar fazla.
Çift dilli olmanın, aslında pek de bilinmeyen, yalnızca ‘dil öğrenimden’ uzak olan yararları da mevcut. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, küçük yaştan itibaren farklı bir dil öğrenen çocuklar, ileriki yaşlarında daha yaratıcı ve kavramsal açıdan değişikliğe daha yatkın oluyorlar.
Örnek vermemiz gerekirse, 1992 senesinde Riccardielli tarafından gerçekleştirilmek istenen bir araştırma doğrultusunda, çift dilli ve tek dilli çocuklardan, bir kaç tuğla parçası ve bir Cola şişesinden kaç farklı kullanıma hizmet edebileceklerini ortaya koymaları talep edildi. Sonuçlar, ortaya konulanların orijinalliğine ve sayıca fazlalığına göre ölçüldü. Bu araştırma sonunda, çift dilli olan çocukların, tek dilli olanlara ciddi bir fark ortaya koyduğu görüldü.
Çift dilli olmanın çocuklara diğer avantajları ise;
- Kendilerini rahatsız eden ortamlarda (gürültü, ışık,….) daha iyi konsantrasyonları sağlayabiliyor olmaları;
- Sorunları çözmede daha başarılı olmaları;
- İletişim konusunda daha güçlü olmaları (örneğin; kendilerinden yaşça küçük olan bir çocuğa, oyunun kurallarının anlatılması);
- Mekansal algıda daha iyi olmaları;
- Özellikle matematik alanında pozitif yönde gelişmiş olmaları. Unutmamak gerekiyor ki; Küçük yaşta farklı bir dil öğrenmeye başlayan bir çocuk, hemen çift dil sahibi olmayacaktır. Yani, kendi alanında bu dili hemen kullanmaya başlayamacağının altını çizmek isteriz. Bu ancak, sabır ve zamanla gerçekleşecek bir olgudur.